• Anasayfa
  • GÜNDEM Haberleri
  • Eski Başbakan ve AKP Eski Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’ndan 15 sayfalık manifesto: “Cumhurbaşkanının siyasi parti lideri olması sakıncalıdır”

Eski Başbakan ve AKP Eski Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’ndan 15 sayfalık manifesto: “Cumhurbaşkanının siyasi parti lideri olması sakıncalıdır”

Eski Başbakan ve AKP Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu, Facebook hesabından “Sayın Ahmet Davutoğlu’nun 31 Mart seçim sonuçları ve içinde bulunduğumuz siyasi şartlara ilişkin tespit ve tavsiyeleri” başlığıyla kapsamlı bir değerlendirme yayınladı.

Eski Başbakan ve AKP Eski Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’ndan 15 sayfalık manifesto: “Cumhurbaşkanının siyasi parti lideri olması sakıncalıdır”
22 Nis 2019 15:21:56

Davutoğlu 15 sayfalık metinde, ekonomi yönetiminden cumhurbaşkanlığı sistemine, ittifaka yönelik eleştirilerden beka söylemine sert uyarılarda bulunuyor:

“Önümüzdeki dönemde temel farklılaşma zamanın ruhunu kavrayarak bu ivmeyi yönetenler ile zamanın ruhundan koparak bu akışın içinde sürüklenenler arasında ortaya çıkacaktır.” 

2013 yılında Gezi olayları ile başlayan, 17/25 Aralık komploları ile devam eden, çukur eylemleri ile tehlikeli boyutlara ulaşan ve nihayet 15 Temmuz hain darbe girişimi ile zirveye çıkan iç gerilimler ülkemizi vizyoner ve atılımcı pozisyondan reaksiyoner ve savunmacı bir pozisyona sürüklemiştir.

Bütün bu süreci yönetebilecek yegane siyasi aktör konumunda olan partimizin de bu komplo süreçlerinde öncü rol oynamış bazı odakların milli iradeyi hiçe sayan tahrik ve manipülasyonları ile enerjisini kendi içinde tüketmeye başlaması hem iç ahengimizi sarsmış hem de vizyon üretme ve uygulama kapasitemizi daraltmıştır.

Bugün kritik bir tarihi eşikte bulunuyoruz. Son üç yıl içinde yaşanılan kritik süreçlerde ülkemiz ve partimizle ilgili değerlendirmelerimi ve endişelerimi Sayın Cumhurbaşkanımıza doğrudan sözlü ve yazılı olarak iletmiş, ancak farklı çevreler tarafından art niyetli tartışmalara gerekçe kılınmaması adına kamuoyu ile paylaşmamayı tercih etmiştim. 31 Mart seçimleri ve ardından yaşananlar ilebirlikte ortaya çıkan toplumsal ve siyasal tablo partimizin ve ülkemizin geleceği ile ilgili kamuoyuna açık, şeffaf ve sağduyulu bir muhasebenin yapılmasını gerekli kılmıştır. 

“Partimizin toplumsal desteğine azalma gerçeğiyle yüzleşmeliyiz”

31 Mart seçimleri basiret ve sağduyuyla incelememiz gereken önemli sonuçlar doğurmuş, dikkate almamız gereken önemli mesajlar vermiştir.  Bu çerçevede, başta hareketimizin kitleselleşerek iktidara yürümesinin önemli sembolleri olan ve çeyrek asırdır kadrolarımızın yönetiminde bulunan İstanbul ve Ankara büyükşehir belediye başkanlıklarında alınan sonuç olmak üzere, partimizin toplumsal desteğinde görülen azalma gerçeğiyle yüzleşmek ve bunu sağduyulu bir şekilde değerlendirmek durumundayız.
Her şeyden önce tekrar hatırlamak zorundayız ki AK Parti konjonktürel siyasi şartlarda ortaya çıkmış nevzuhur bir siyasi oluşum değildir. Varoluşgerekçesi ve geleceği herhangi bir faninin, sınırlı bir toplumsal kesimin, bir ekonomik çıkar grubunun hatta tek bir neslin kaderine, tercihlerine ve takdirine bağlı değildir ve olmamalıdır. Bu hareket ikbal hesaplarına, gittikçe kabaran egolara ve kısır çekişmelere kurban edilmemelidir.
• Öncelikle siyasi ahlakın temelini dokuyan ilkeler ve değerler konusunda söylemde ve eylemde yaşanan sapmalar toplumsal vicdan ile buluşulmasını engelleyen en önemli bariyerdir. Ben-merkezci kibirli bir dil ile tevazudan kopuş, mahviyet vurgusu yaparken en küçük birimlerdeki siyasilerin bile adlarını sokaklara, okullara ve binalara verme yarışı içine girmeleri, sürekli görünür ve bilinir olma dürtüsüyle gündeme gelmek için her türlü çabanın gösterilmesi, kullanılan dil ile sergilenen tavır arasındaki uçurumun alabildiğine açılması, kutsal değerlerimizin siyasi çıkarlar uğruna hoyratça kullanılması, alınan görevlerin kişiye has olduğu unutularak bütün bir aile ve çevrenin etki kurma çabaları, siyasi rakip görülen kişilerin yıpratılması için sosyal medya operasyonları dahil her türlü iftiranın yaygınlık kazanması, bir ömrünü bu davaya adamış ve ortak mücadele vermiş insanların toplumsal itibarlarının yok edilmesine dönük ithamlara sessiz kalınarak dolaylı destek verilmesi ve geçmişte en önemli değerimiz olarak gördüğümüz vefa duygusunun ciddi şekilde zedelenmesi üzerinde açık yüreklilikle düşünülmesi gereken hususlardır.
“İnsan odaklı söylem yerini beka endişelerine dayalı söyleme bıraktı”

• Temel değerler ve ilkeler düzeyinde yaşanan savrulma siyasi söylemimizi de doğrudan etkilemiştir. Son yıllarda partimizin insan-odaklı, insan haklarına dayalı, özgürlükçü, reformcu, kuşatıcı, kendinden ve geleceğinden emin siyasi söyleminin yerini devletçi, güvenlikçi, statükocu ve salt beka endişelerine dayalı bir söylem almıştır.
• Partimizi Türkiye’nin her yerinde birinci parti kılan toplumsal kapsayıcılık ve
ilişkiler ağında da ciddi bir daralma yaşandığı gözlenmektedir. Son seçimlerde
alınan neticeler Cumhur İttifakı olarak dahi sahil kesimlerinden koparak İç
Anadolu ve Karadeniz’e doğru daralan bir siyasal etkinlik alanına sıkışmakta
olduğumuzu göstermektedir. İç Anadolu’da ise ittifak-içi dengenin partimiz
aleyhine değişmekte olduğu bir vakıadır. Bu coğrafi ve toplumsal destek
daralmasının gerek söylem gerekse eylem düzeyindeki sebepleri üzerinde
titizlikle durulmazsa bu daralma bir siyasi kıskaca dönüşecektir.

• Daha da tehlikelisi, kendisini partimizin kurullarının üstünde gören ve adeta
paralel bir yapı gibi partiyi yönetmeye çalışan bir odağın ortaya çıkması ve
partinin seçilmiş yetkililerini ve kurullarını devre dışı bırakmaya kalkışması
teşkilat kurumsallaşmasının özünü sakatlamıştır. Teşkilatlarımızda son iki
seçimde gözlenen heyecansızlık biraz da daha önce büyük fedakarlık gösteren
teşkilat unsurlarına yapılan vefasızlık dolayısıyla yaşanan hayal kırıklığının
eseridir.

“Ortak aklın işletilmesine imkan veren AKP kurulları işlevini yitirdi”

Malesef son dönemlerde, ortak aklın işletilmesine imkân veren AK Parti
kurulları ve istişare mekanizmaları ya tamamen devreden çıkmış ya da tek bir
görüşün onay makamı haline gelerek işlevini yitirmiştir. 

Partimiz ve ülkemiz, hırslarına esir düşmüş dar ve çıkarcı bir çevrenin ikbal kaygılarına terk edilemez. Bu çerçevede, vakit kaybetmeden, partimizin kurumsal yapısı güçlendirilmeli, istişare ve ortak akıl mekanizmaları etkin bir şekilde çalıştırılmalı, teşkilatlarımız asli niteliğine ve işlevine kavuşturulmalı ve milletimizle olan bağımız tevazu temelinde yeniden inşa edilmelidir.

“İttifak siyaseti partimize zarar veriyor”

• Partimizin seçim sonuçları vesilesiyle yapacağı muhasebe ittifak siyasetini de
içermelidir. seçim onuçları, ittifak siyasetinin hem oy oranı hem de parti kimliği açısından artimize zarar verdiğini ortaya koymuştur. 

• Cumhurbaşkanlığı sistemi ile birlikte gelen ittifak yapılanmaları beklenenin
aksine siyasi yelpazedeki dağınıklığı gideremediği gibi siyasi kutupların
oluşmasına ve toplumu bir arada tutan ortak değerlerin yıpranmasına yol açmış
görünmektedir. Seçim sürecinde ittifak yapılarının cepheleştirici karakterinden
kaynaklanan sert söylemler siyasi kutuplaşmayı tehlikeli boyutlara taşıyarak,
toplumsal barışımızı ve ortak aidiyet bilincimizi zedelemiştir.

“Beka endişeleri demokrasiyi askıya alma heveslerinin gerekçesi olamaz”

• Seçimlerde yarışanlar düşmanlar değil, siyasi rakiplerdir. Kazanan ise
sandıktan kim çıkarsa çıksın milletimiz ve demokrasimizdir. Bu sonuca saygı
duymak da herkesten önce siyasilerin görevidir. Beka endişeleri demokrasiyi
askıya alma heveslerinin gerekçesi olamaz. Aksine devletimizin bekasının
temeli demokratik meşruiyettir.

• Beka söylemi ile rakip partileri düşmanlaştırmanın, siyasi rekabeti aşan
kutuplaşmaların nelere sebep olabileceğini ne yazık ki Ankara’da aslında
hepimizi birleştirmesi gereken bir şehit cenazesinde gerçekleşen çirkin
saldırıda yaşadık. Ana muhalefet liderine dönük bu saldırıyı bir kez daha
kınıyor, herkesi demokratik düzen içinde hareket etmeye ve kutuplaştırıcı
siyasi söylemlerden uzak durmaya davet ediyorum.

Üzülerek belirtmeliyim ki yenisistem, hem yapılanması hem de uygulama tarzı itibariyle milletimizin beklentilerini de karşılamamaktadır. Bu çerçevede, sistem değişikliğine ilişkin ciddi ve samimi bir muhasebe yapmamız gerekmektedir.

• Bu muhasebede ilk başlamamız gereken nokta, hukuk devleti ilkesinin varlığı
ve korunmasıdır. Hukuk devletinin korunabilmesi ise kuvvetler ayrılığı
ilkesinin yeniden inşasına bağlıdır. . Yeni sistem yürütmeyi yasama ve yargı karşısında baskın
kılarak kuvvetler ayrılığı ilkesini zedelemiş, denge ve denetim mekanizmalarını
işlevsizleştirmiştir.

• Devlet yeniden tanzim edilirken statükoculuğa dayalı kurumsal asabiyet terk
edilmeli, ancak kurumsal kültür ve hafıza özenle korunmalıdır. 

• Bu bağlamda devlet mimarimizin süreklilik arz eden en önemli özelliklerden
birisi devlet başkanlığı makamının toplumun bütününü temsil etmesi ve her
kesimi kucaklamasıdır. 12 Eylül anayasasının doğasını bozduğu parlamenter
sistemden Başkanlık sistemine geçerken dikkat etmemiz gereken en hassas
konulardan birisi devlet geleneğimizden gelen her kesimi kuşatıcı devlet
başkanlığı ile parti kimliğine dayalı başkanlık sistemi arasında çatışma
yaşanmasının engellenmesidir.

“Cumhurbaşkanının genel başkanlık görevi yürütmesi sakıncalar doğuruyor”

• Demokratik başkanlık sistemlerinde gözlendiği gibi Cumhurbaşkanının parti
üyeliğine sahip olması bir sorun teşkil etmemekle birlikte genel başkanlık
görevinin de aynı kişi tarafından yürütülmesi hem devlet işleyişi hem parti
kurumsallaşması açısından sakıncalar doğurmaktadır. 

• Bu çerçevede, yeni sistemin en asli unsurlarından biri olarak görülen partili
cumhurbaşkanlığı uygulaması mevcut Cumhurbaşkanımızın şahsından
bağımsız olarak yeniden değerlendirilmeli ve Cumhurbaşkanlığı ile parti genel
başkanlığı görevlerinin bir arada yürütülmesinin doğurduğu sakıncalar
giderilmelidir.

Karşı karşıya kaldığımız güvenlik riskleri bağlamında,
23 Temmuz 2015’te PKK, DAEŞ ve DHKP-C’ye karşı, 17-25 Aralık 2013’teki
komplolar ve 15 Temmuz 2016’daki hain darbe teşebbüsünden sonra da
FETÖ’ye karşı başlattığımız haklı mücadele ara vermeksizin sürmelidir.
• Ancak, bu mücadele sırasında özgürlük-güvenlik dengesinin hassas ölçülerine
özen gösterilmesi yürütülen mücadelenin geniş halk kesimlerince
benimsenmesi açısından büyük önem taşımaktadır. Farklı görüş beyanının
terörle özdeşleştirilmesi ve siyasi farklılıkların ihanetle anılır hale gelmesi hem
milli birliğimize zarar vermekte hem de kriz dönemi algısının süreklilik
kazanması üzerinden demokrasiye, siyasete ve ekonomik hayata büyük darbe
vurmaktadır.

• Güvenlik endişelerinin son yerel seçimler sonrası kamu görevinden olağanüstü
hal şartlarında mahkeme kararı olmaksızın ihraç edilenlerin ellerinden seçme
ve seçilme gibi anayasal bir hakkı dahi almaya evrilmesi kabul edilemez. Böylesi
bir keyfiliğin uzun vadede idari kararlarla nasıl yanlış uygulamalara sebep
olabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Anayasa herkes için temel bir
metindir, keyfi şekilde yorumlanamaz.

• Bir an önce özgürlük alanının genişletilmesi iftiharla sahiplendiğimiz
özgüvenimizin ve en önemlisi de birbirimize olan güvenimizin yeniden tesisi
için şarttır. Düşüncelerini ifade eden gazeteci, akademisyen, kanaat önderi,
siyasetçi kim olursa olsun hiç kimse işini kaybetme, yaftalanma, sosyal medya
linci ve hakaret tehditleri ile karşılaşmamalıdır. Eleştiri ve fikirlerini ifade etme
özgürlüğü sonuna kadar korunmalıdır.

• Özgür düşüncenin, eleştirinin temel unsuru olan ve gelişmiş demokrasilerde
dördüncü kuvvet olarak nitelendirilen basın ise tek elden yönetilen bir
propaganda aracı haline gelmiştir. Gerçek basın özgürlüğü demokrasimizin
bağışıklık sistemidir. Bunu yok etmek, usulsüz ve baskıcı metotlarla basında
tekelleşmeye yönelmek Türkiye’nin zihni kapasitesini daraltmaktadır.

“Ekonomik krizi, varlığını inkar ederek yönetemeyiz”

Toplumun ütün kesimleri ekonomideki kriz ortamını bizzat yaşarken bu gerçeği inkâr
etmek, yönetime olan güveni sarsmaktan başka bir şeye yaramaz. Yaşanan
ekonomik krizi, varlığını inkâr ederek yönetemeyiz.

• Yaşadığımız ekonomik krizin temelinde bir yönetim krizi yatmaktadır. Ekonomi
politikalarıyla ilgili kararların gerçeklikten uzak, piyasanın uygulamalarına ve
ekonomi biliminin yasalarına aykırı biçimde alındığı, uygulamalarda keyfî ve
tarafgir davranıldığı kanaati yayılmışsa yönetime olan güven kaybolur. Güven
yeniden tesis edilmeden ekonomiyi yeniden düze çıkarmak mümkün değildir.

• Ekonomik başarı için ön şart hukukun üstünlüğünün hiçbir tartışmaya yer
bırakmayacak şekilde sağlanmasıdır. Rekabetçi bir ekonomi ve girişimci dostu
bir yatırım ortamı ancak öngörülebilirliğin sağlandığı, kuralların herkese eşit
uygulandığı ve mülkiyet hakkının güvence altına alındığı bir ortamda
kurulabilir. Bu ise yargının tarafsız, bağımsız, hızlı, etkin ve hepsinden önemlisi
evrensel hukuka uygun işlediği hukuk devletinde mümkündür.

Sonuç olarak şunu vurgulamak isterim ki son yıllarda yaşadığımız güçlü
meydan okumalar karşısında şimdi yapmamız gereken, zihinlerimizi
özgürleştirmek, psikolojilerimizi yenilemek, toplumsal bağlarımızı
güçlendirmek ve ortak geleceğimiz konusunda atılması gereken adımları
atmaktır. Partimizin yöneticilerini ve ilgili kurullarını bütün bu konuları ve
gelecek vizyonumuzu aklı selim ve soğukkanlılıkla değerlendirmeye, partimizin
vefakar ve fedakar tabanını umutsuzluğa düşmeden vakur bir duruşla ve
sebatla geleceğe hazırlanmaya, kanaat önderlerimizi, aydınlarımızı ve her siyasi
kesimden vatandaşlarımızı ortak vicdanımız, ortak aklımız ve ortak irademiz
temelinde ortak geleceğimizi belirlemek için omuz omuza vermeye davet
ediyorum. Gün devlet aklını, insan onuru ve millet vicdanı ile buluşturma
günüdür.”



0 Yorum

Yorum Yaz