Bulaç: 'Hangi Suriyeli 2011 öncesini aramaz?'

Zaman Yazarı Ali Bulaç, Suruç katliamını değerlendirdiği yazısında İslam coğrafyasının derin bir kriz yaşadığını belirterek “Bugün Iraklılar Saddam'ı, Libyalılar Kaddafi'yi arar hale geldiler." dedi.

Bulaç: 'Hangi Suriyeli 2011 öncesini aramaz?'
23 Tem 2015 11:27:04
Zaman Yazarı Ali Bulaç, Suruç katliamını değerlendirdiği yazısında İslam coğrafyasının derin bir kriz yaşadığını belirterek “Bugün Iraklılar Saddam'ı, Libyalılar Kaddafi'yi arar hale geldiler. Hangi Suriyeli, 2011 öncesini aramaz? Oturdukları yerden insanları “cihad cepheleri”ne sevk edenler, bu karşılıklı katliamların daha büyük katliamlara yol açtığını göremiyorlar. Ülkelerin harap olduğu, milyonlarca kadının dul, çocuğun öksüz kaldığı, mültecilerin denizlerde boğulduğu bu durum yeterince utanç verici değil mi?”dedi.


Bulaç’ın yazısı şöyle:

Suruç'ta 32 gencin ölümü ve 100 civarında kişinin yaralanmasına yol açan terör eylemi bizim için “son uyarı” olmalı.

Henüz bu vahşi eylemi kimse üstlenmedi, şüpheler IŞİD üzerinde yoğunlaşıyor. Kim ve hangi amaçla yapmış olursa olsun, olan hayatını kaybeden gençlere ve ailelerine oldu; insan olan herkes kahroldu ama ateş düştüğü yeri yakar. Siyasi olarak bu kan dondurucu saldırı Türkiye'yi hedef almış bulunmaktadır. Türkiye yanında İslam dünyası da hedefte. Olay, bir yandan Türkiye'yi Ortadoğu'daki anaforun içine çekmeye, diğer yandan iç barışını sabote edip güçten düşürmeyi amaçlıyor. Türkiye'nin sınır illerinin her biri birer Peşaver'e, ülkenin tamamı Pakistan'a dönebilir. Arap-Kürt; Türk-Kürt; Sünni-Alevi diye insanlar çatıştırılmak isteniyor.

Düşünün ki Afganistan, Pakistan, Irak, Suriye, Yemen ve Libya'da her Allah'ın günü onlarca insanın hayatına mal olan bu türden olaylar yaşanmaktadır. İslam dünyası derin bir kriz yaşıyor, tam bir kaos hali içindeyiz. Her geçen gün biraz daha yapılar çözülüyor, unsurlar bileşenlerine ayrılıyor ve birbirleriyle kuralsız biçimde çatışıyor. Mescitleri, türbeleri, pazardaki kalabalıkları havaya uçurmak artık sıradan bir iş. Bu nasıl bir nefret ki, Müslüman'da merhamet duygusu bırakmadı?

Bugün Iraklılar Saddam'ı, Libyalılar Kaddafi'yi arar hale geldiler. Hangi Suriyeli, 2011 öncesini aramaz? Oturdukları yerden insanları “cihad cepheleri”ne sevk edenler, bu karşılıklı katliamların daha büyük katliamlara yol açtığını göremiyorlar. Ülkelerin harap olduğu, milyonlarca kadının dul, çocuğun öksüz kaldığı, mültecilerin denizlerde boğulduğu bu durum yeterince utanç verici değil mi? Söyleyin ey Müslümanlar! Neyimizle övünebiliriz! Hıristiyan, Yahudi, Budist dünya bize bakıp gülüyor. Laikler, libareller, sosyalistler, milliyetçiler sakın kendilerini bir kenara çekmesin, onlar da bu kaosun bir parçası, öznesi ve nesnesidirler.

Suriye iç savaşının başladığı günden bu yana bu köşede Irak ve Suriye'nin çökertilmesinden sonra sıranın Türkiye ve İran'a geleceğini yazıp duruyorum. BOP projesi sekmeden yürüyor. Mısır büyük bir kargaşanın içine itildi, kendini toparlaması uzun zaman alacak. Varlığını koruyabilen iki büyük devlet Türkiye ve İran'dır, bu iki devlet basiretle davranabilseydi bölgenin bu kaosa sürüklenmesine engel olabilirlerdi. İki ülke ortak sorumluluklar üstlenip bölgeye çıkış yolu göstereceklerine bölge üzerinde hakimiyet mücadelesine giriştiler. Dahası bölge üzerinde “yaratıcı kaos” doktrinini başarıyla uygulayan güçler, Müslümanların son direnç noktalarını da yok etmek amacıyla Türkiye ve İran'ı çatıştırmayı planlıyorlar. İran ve Şii düşmanlığı Sünnilerin, Sünni düşmanlığı Şiilerin gözlerini kör ediyor. Güç ve servet sahibi Arap liderleri sadece kasalardaki paralarını ve tahtlarını düşünüyorlar.

Birbirimizi acımasızca suçlamanın faydası yok. Herkes bulunduğu noktada ve fikrinde ısrar ettiği müddetçe çatışmalar yayılarak sürecektir. Ortak bir akla ihtiyacımız var. Açık olan şu ki, Türkiye ve İran'ın “Suriye politikaları” iflas etmiş. Suriye diye bir ülke de kalmadı. Kürtler bölgenin yeni aktörleri olarak sahneye giriş yapmış bulunmaktadırlar, Kürtler hiçbir zaman eski statülerine dönmeyecekler. Bu bölgede Sünniler, Şiiler, Aleviler birer hakikattirler, kimseyi inancından, benimsediği dini yorumundan vazgeçirmek mümkün değil. Bir mezhebe ilişkin menfi kanaatimiz ne olursa olsun, kendi mezhebimiz adına milyonlarca Müslüman'ı yok edemeyiz. Yorumunu, din anlayışını benimsemediğimiz milyonlarca Müslüman'ı “zımmi” olarak da tahakküm altında alamayız. Nakil ve akıl bize bir hukuk içinde birlikte yaşamamızı emrediyor.

Bazı durumlarda insanlar gibi toplumların da basireti bağlanır. Bugün ümmet olarak basiretimiz bağlanmış sanki. İçine düştüğümüz zillet çukurunda debelenip duruyoruz. Hiçbir ülkenin veya grubun diğerinden farkı yok. Biz Müslümanlar, dinimiz neyi söylüyorsa aksini yapıyoruz, dünya da olup bitenden dinimizi sorumlu tutuyor. Kifayetsiz ve cahil liderlerin ihtiraslarına kurban oluyoruz. Alimlerimiz saraylara gözlerini dikmiş olarak adaletsiz, eşitsiz, onur kırıcı bir hayata itiraz etmiyorlar. Mezhepçilik, milliyetçilik, ırkçılık, şovenizm, benmerkezcilik İslam'ın dokusunu tahrip ediyor.

Yeniden İslam'a dönmekten başka çıkış yok!



0 Yorum

Yorum Yaz