İslamofobiye Derin Bakış

Yazar: Rumeysa SARISAÇLI Tarih: 15 Mar 2019
İslamofobi Nedir?
İslamofobi, reel bir temeli olmaksızın, İslam’dan/Müslüman-lardan korkma hastalığıdır. Aslında ‘fobi’ kavramı, ‘belirli durumlar karşısında duyulan olağandışı, nedensiz, güçlü korku’ diye tanımlanmıştır. Tanımdan da anlaşılacağı üzere fobi, bir zan ve varsayımdan ibaret olan, gerçekçi bir dayanağı olmayan, olmayanı varmış gibi görme veya var olanı abartma psikolojisini ifade eden bir hastalıktır. İşte İslamofobi’yi yaygınlaştırma çabaları ile bu psikolojik rahatsızlık, kitlelere empoze edilerek adeta toplumsal bir paranoyaya dönüştürülmeye çalışılmaktadır.
 Bu kavram, batının sözde gerekçelerle ortaya attığı ve aslında çok büyük hedeflere ve projelere zemin hazırlayan sihirli bir kavramdır. Zaten kavramlar üzerinden dönüşümü sağlama, batının toplumsal dönüşümleri gerçekleştirmek için kullandığı taktiklerin başında gelir. Batı, bazen yaldızlı (özgürlük, demokrasi, hümanizm ve en son Arap Baharı vs. gibi) bazen de negatif kavramlarla hep dönüştürmeyi veya olacak olanları en azından geciktirmeyi hedefler. İslamofobi kavramında da negatif bir kavram üzerinden, bir korku empozesiyle, özellikle batı toplumunu, fobi toplumu haline getirip, bu toplumun kitlesel anlamda İslam’a yönelişini durdurmak hedeflenmektedir. (Yazının devamında hedefler uzun uzun anlatılacaktır.)  
 
Ne Zaman Başladı?
İslamofobi’nin İstanbul’un fethiyle başladığını söyleyenler olduğu gibi, bunun çok daha evvel -İslam’ın gelişiyle- ortaya çıkan bir durum olduğunu ifade edenler de az değildir. Ancak kavram olarak, 11 Eylül’ün akabinde yaygın olarak kullanılmaya başlandı. İkiz kulelere saldırılması/saldırtılması sonucu, dünya yeni bir kavramla tanıştı: İslamofobi
 
Hedeflenen Nedir?
Konunun bizi en çok ilgilendiren tarafı da bu taraftır. Ne yapmaya çalışıyorlar? Gayeleri ne? Çok çeşitli gayeler hedeflenmektedir. Kârcı anlayışa sahip batılı toplumbilimciler, yine/yeni bir kavram üzerinden çok çeşitli faydalar sağlamayı planlamaktadırlar. Biz burada hedeflenilen beş temel gayeyi ortaya koymaya çalışacağız.
 
1- Hedeflenen faydanın başını elbette, batı toplumunu İslam’dan uzaklaştırma gayesi çekmektedir. Peki, bu uzaklaştırma telaşının sebebi nedir? Sebep, istatistikler… Evet istatistikler. Avrupa’da ve Amerika’da devlet tarafından ortaya konulan verilerde, batının -Üstad Bediüzzaman’ın ifadesiyle- İslam’a gebe olduğu görülmektedir. Örneğin; Federal Almanya İstatistik Ofisi’nin verilerine göre; Almanya, 2050’de bir Müslüman devlet olacaktır. (Burada kastedilen, çoğunluğu Müslümanlardan oluşan bir devlet) Yine tüm veriler, 20-25 yıl içerisinde Avrupa’nın birçok ülkesinin (İngiltere, Hollanda, Belçika…) %50’sinin Müslüman olacağını gösteriyor. İşte bu reel veriler, Avrupalı yöneticileri telaşlandırmakta ve çareler bulmaya sevk etmektedir. Yani İslamofobi’nin gerekçesi, İslam/müslüman korkusundan ziyade, Avrupa’nın İslamlaşması korkusu olarak kendini gösteriyor. Meseleyi onların çerçevesinden değerlendirdiğimizde, bu korkularında haksız olmadıklarını anlıyoruz. Bu anlamda bir İslamofobi’yi anlarız. Hatta bu durum ‘fobi’ kavramıyla ifade edilemeyecek kadar gerçek ve yerinde bir korku olarak tanımlanmalıdır. İslam yayılıyor, tüm engellemelere rağmen yayılımı durdurulamıyor. İşte bu gidişata bir çare olarak görülen İslamofobi ile negatif bir İslam algısı oluşturulup, Batı Medeniyeti’nin kaçınılmaz sonu ve İslam’ın gelişi geciktirilmeye çalışılıyor.    
 
2- Diğer bir hedef ise, yöneticilerde oluşan ikbâl, istikbâl ve otoriteyi kaybetme korkusundan dolayı, İslamofobi’yi halk arasında yayarak, halkın desteğini devam ettirme gayesi. Yaşadıkları çirkef Batı Medeniyeti’nin çatlaklarını kapatamayan ve alternatif hayat tarzı arayışına giren kitlelerin İslam’a yönelişini durduramayan yöneticiler, toplum bilimcilerin ve oryantalistlerin kafa kafaya vererek çıkardığı yeni bir kavrama, İslamofobi’ye sarılmaktadırlar. ‘İslam korkusu mu istikbâl korkusu mu?’ diye sormak lazım. Aslında her ikisi de. Belki de bu duruma, İslam gelince menfaate dönük istikbâllerini kaybetme korkusu da diyebiliriz.
 
Allah’ın dünyasında ilahlık taslayarak insanları kendilerine köle yapan bu yöneticiler korkularında haklılar. Korksunlar! İslam gelince otoriteleri tarumar olacak. Korksunlar! İslam gelince nefsin hâkim olduğu medeniyetleri yıkılacak. Korksunlar! Artık dünyanın öz kaynaklarını, Afrika’nın altınını-elmasını, Ortadoğu’nun petrolünü sömüremeyecekler. Evet, onlar hakikaten İslam’dan ve Müslümanlardan çok korksunlar. Bu korkuları fobiden öte, gerçek bir korkuya da dönüşsün; dönüşmeli. İslamofobi’ye böyle bakarsak, batının yöneticilerinde bir İslam korkusunun oluşması normal ve anlaşılabilir. Batılı yöneticiler, kodamanlar, insanları nefislerine köle yaparak onlara en büyük esareti yaşatan 21. Yüzyılın Firavunları, İslam’dan, İslam’ın hâkimiyetinden korksunlar zaten. Ama batılı halklar İslam’ın gelmesinden, Müslümanların çoğalmasından korkmasın! İnsan kurtarıcısından korkar mı? İnsan cellâdından korkar ki, onların asıl cellâdı Batı Medeniyeti’dir.
 
3- İslamofobi’nin görünen zararları da elbette ciddi boyuttadır. İslamofobi gerekçesiyle, Avrupalı Müslümanlara toplumsal baskının bahanesi oluşturulmaktadır. Böylece Avrupa’nın, Hrıstiyan veya dinsiz halkı ile Müslüman halklar arasında bir çatışma gayesi güdülmektedir. Böylesi bir çatışma durumunda Müslümanlar ve İslam’a yönelişin hızı zarar görecek, akamete uğrayacaktır. Bu durum ise Müslümanlar olarak hiç istemeyeceğimiz bir durumdur; ki böyle çatışma ve kaos ortamlarında, İslami tebliğ illâ ki sekteye uğrar.
 
Bu da, bu projeleri yapanların ana gayelerindendir. Müslümanlarla karşılaşan batılı halklar, onlara düşman nazarıyla değil de, objektif bir nazarla baktıklarında onların itikadından, ahlakından, ibadetlerinden, aile yaşantılarından kısacası hayat tarzlarından etkileneceklerdir. İşte bu etkilenme gerçekleşmesin diye Müslümana ‘düşman,’ ‘öteki’ nazarıyla baktırılmak isteniyor. Sağlanmak istenen bu bakış açısını dikkatlice irdelediğimizde ise, aslında İslamofobi denilen şeyle, İslam/Müslüman korkusundan ziyade, İslam/Müslüman düşmanlığı oluşturulmaya çalışıldığı anlaşılmaktadır. Bu noktada Avrupa’da yaşayan kardeşlerimizi zorlu bir süreç beklemektedir. Asıl bugünden sonra, hümanist, özgürlükçü zannedilen Avrupa’nın gerçek yüzü ortaya çıkacaktır. Avrupa’nın İslam’a tahammülsüz yüzüne rağmen, İslamî tebliğe, davet faaliyetlerine, teşkilatlı-planlı çalışmalara var güçleriyle devam etmelidirler. Tüm ayrımcılığa, baskılara ve tehditlere rağmen, yaşanılan bu durumların bu işin kaderinde var olduğunu bilerek, İslam’ı tavizsizce yaşama, anlatma ve Avrupa’da da İslam Medeniyeti’nin kurulmasına vesile olma idealinden ASLA vazgeçmemelidirler.
 
4- İslamofobi’nin görünen gayelerinden bir diğeri ise, Ortadoğu’ya müdahalenin kılıfını hazırlamaktır. İslamofobi ile Müslümanların memleketlerine saldırı meşrû hale getirilmektedir. Ünlü Şair Cahız’ın; “Muarazayı bil hurûf mümkün olmayınca muharebe-i bissuyûfa mecbur kaldılar (harflerle, fikirlerle mücadele mümkün olmayınca, kılıçlarla mücadeleye mecbur kaldılar)” tarihi tespiti, bugün de güncelliğini korumaktadır. Batı, yüzlerce yıl oryantalistlerle fikrî anlamda gerçekleştiremediği tahribatı, (kısmen bazı tahripler olsa da onların istediği derecede olamamıştır) 21. Yüzyıldaki postmodern Haçlı Seferleri ile fiilî anlamda gerçekleştirmeyi hedefliyor. İşte İslamofobi, Ortadoğu’ya yönelik bu yeni Haçlı Seferleri’nin gerekçesidir. Ancak bu saçma gerekçeler, o kadar klişe hale geldi ki, artık aklı başında her Müslüman, bu sözde gerekçelerin arka planını deşifre edebiliyor. Batı, İslam aleminde inandırıcılığını kaybediyor; son oyunlarını oynuyor ve bu son oyunlar da asla eskisi kadar tesirli olamıyor.  
 
5-  Bir başka gayenin de İslamofobi söylemlerinin rüzgârıyla, Müslüman aydınları ve liderleri ve dolayısıyla İslam’ı/Müslümanları ılımlılaştırmak; son dönemde revaçtan düşen Ilımlı İslam Projesi’ne can suyu vermek olduğunu görüyoruz. Belki de İslamofobi söyleminin en büyük zararı, İslamcılar üzerinde olacaktır. İslam’ın devlet idealinden vazgeçerek demokrasiyi benimsetme, cihad kavramını lügatlerden silerek mücadele ruhunu öldürme, savunma psikolojisine bürünen kompleksli Müslüman tipler oluşturma; bu gayelerden sadece bir kaçıdır. Demokrasi, Dinler Arası Diyalog ve ılımlı cemaatlerle tam olarak başarılamayan Ilımlı İslam Projesi, bu defa ters bir söylemle, savunmacı Müslümanlar oluşturularak gerçekleştirilmeye çalışılıyor. Yani, ‘İslam korkusu var!’ diye bağıranlara; bunun aksini ispat gereği duyan birileri; ‘böyle bir korkuya hacet yok’ cevabını verecektir. İşte o birileri, İslamofobi’nin tuzağına düşmüş kimselerdir.
 
Yukarıda birkaç maddede ifade ettiğim korkular anlamında, bir ‘İslam korkusu olmalı’ dedim. Burada kastım zannederim anlaşılmıştır. Ama diğer anlamda İslam’dan/Müslümanlardan elbette korkulmamalıdır. Ama bu durumu anlatırken asla savunma psikolojisiyle ve İslam’ı onlara cici gösterme gayesiyle hareket edilmemelidir. Bir Müslüman şunu unutmamalıdır: Dini farklı gösterme dini bozmadır ve buna, asla ve kat’a kimsenin hakkı-haddi yoktur. İslam dininin bir reforma, Müslümanların da bir rönesansa ihtiyacı var gibi bu tür konuların tartışmaya açılması, oyunun bir parçasıdır. Bu noktada azami derecede dikkatli olunmalı, tuzağa düşülmemelidir. Hem savunma psikolojisi, suçluların ruh halidir ki; biz suçlu değiliz.
 
Muhterem Hocamız’ın dediği gibi: “11 Eylül’de kulelere kimin saldırdığını/saldırttığını net olarak bilmiyoruz; Charlie Hebdo’ya kimin saldırdığını/saldırttığını bilmiyoruz; ama Irak’a, Afganistan’a kimin saldırdığını, milyonları kimin öldürdüğünü, Afrika’yı kimin talan ettiğini ÇOK İYİ BİLİYORUZ.”
 
Milyonlarca şehidimizin kanı henüz kurumadı. Milyonlarca yetimimiz ortada. Milyonlarca kadın perişan. Yapılan bu büyük ve envai çeşit zulmü bu kadar çabuk unutursak, biz de yok olalım! Şimdi… Kim suçlu ve kim kendini savunmaya çalışmalı? Müslümanlar mı, onlar mı? Hâlâ İslam’ı savunmaya çalışanlar: VEYL OLSUN SİZE!   
Kim Kimden Korkmalı?
 
İslamofobi’ye bugünkü anlaşılan anlamıyla baktığımızda, oluşturulmak istenen korkunun gerçekçi bir temele oturmadığı aşikârdır. Şimdi, şöyle bir soru sormak zannediyorum çok yerinde: Kim kimden korkmalı? Korkan ve korkulan tarafı mukayese ettiğimizde, çok tezat bir durum ortaya çıkıyor. Aslında korkan tarafın (batının) geçmişine, bugününe baktığımız zaman, asıl korkulacak tarafın onlar olduğunu anlıyoruz. Korkulan tarafın (İslam/Müslümanlar) geçmişine ve bugününe baktığımızda ise korkan taraf olması gerektiğini anlıyoruz. Saldıran taraf onlar korkan taraf onlar, nasıl oluyor? Yoksa, korkuyoruz diye diye saldırsınlar diye mi, böyle bir algı oluşturuluyor? İşin bir diğer enteresan ve acayip tarafı ise, Batı Medeniyeti’nin bu çirkin ve korkunç yüzüne, oynadığı sağ gösterip-sol vurma taktikli oyunlarına rağmen, Ümmet-i Muhammedde bir Haçlıfobi, bir Avrupafobi’nin vs.nin oluşmaması. Neden? Çünkü fobiler, özgüvenden yoksun insanlarda oluşur. İşte bu özgüven probleminden dolayı saldıran taraf onlar olduğu halde korkan taraf da onlar olmuştur. İslam âlemi ise sağlam itikadı, mükemmel kitabı, adaletli medeniyeti, fıtrî hayat tarzı ve tertemiz tarihi ile ÖZGÜVEN SAHİBİDİR. İşte bundan dolayı, batının saldırıları karşısında ondan korkmaz.
Bu ümmetin korkusu, görevini yapmama sebebiyle, Allah’ın azabını çekme korkusudur; bu ümmetin korkusu, Allah’ın rızasını kazanamadan bu dünyadan göçme korkusudur. Rabbimiz Teâlâ, sadece Allah’tan korkan bu korkusuz kullarını anlatır: “Dikkat edin, Allah’ın dostlarına KORKU YOKTUR; onlar mahsun da olmayacaklardır.”1 Yoksa onlardan korkmak mı? Ne münasebet! Zulmedenler, küfredenler, gasp edenler, milyonları öldürenler, haksızlık yapanlar, yanlış yolda olanlar korksun!    
 
Sonuç
Evet, bugün batıda İslamofobi denilen toplumsal bir hastalık türetilmiştir. Bu gerçeği yadsıyamayız. Peki, bu paranoyak, hastalıklı toplumu iyileştirmenin yolu nedir? Çare, dert zannedilenin içerisinde gizlidir. İslamofobi’nin panzehiri İslam’dır. Gerçek İslam… Savunmacı bir mantıkla anlatılan, anlatılmaya çalışılan sahte İslam değil. Tevhid şuurunun gürül-gürül anlatıldığı, İslam Medeniyeti idealinin aşılandığı gerçek İslam, bu toplumları İslamofobi illetinden kurtarabilir.
İslam âlemi ise sağlam itikadı, mükemmel kitabı, adaletli medeniyeti, fıtrî hayat tarzı ve tertemiz tarihi ile ÖZGÜVEN SAHİBİDİR. İşte bundan dolayı, batının saldırıları karşısında ondan korkmaz.
Paylaş:  
Rumeysa SARISAÇLI
Rumeysa SARISAÇLI
21 Aralık 1973 yılında Adana’nın Kozan ilçesinde doğdu İlk ve orta öğrenimini Kozan’da tamamladıLise tahsilini Adanada gördü Yatılı olarak Laboratuvar bölümünü bitirdi Ardından Laboratuvar Yüksek Okulu ve Sosyoloji Fakültesini okudu Laborant olarak memuriyet hayatına başlayan Hocahanım’ın 28 Şubat süreciyle birlikte sürgünler ve soruşturmalar neticesinde devlet memurluğu görevine son verildi O ...
Yazar Sayfasına Git