Dava Yolunda Dökülmeler ve Sebepleri

Yazar: Alparslan Kuytul Hocaefendi Tarih: 19 Kas 2016

Bizleri doğru yola ileten ve doğru yolda dökülmeden ilerlemenin yollarını gösteren Allah’a hamd; dökülmeden ilerlemenin en güzel örneğini veren Rasulüne Salât-u Selam; imtihanları kazanan ve dava yolunda dökülmeden ilerleyen kardeşlerime selam olsun.

İslam davası, Âdem Aleyhisselam’dan günümüze kadar devam etmektedir. Bugüne kadar bu davaya giren insanlardan birçoğu çeşitli sebeplerle dökülmüş, geride kalanlar yollarına devam etmiştir. Bu dava bir bakıma insanları eleyen bir elek gibidir; bir kısmı ilk elekte elenmiştir, bir kısmı ikinci, bir kısmı üçüncü… Sonuna kadar gidebilenlerin sayısı her zaman az olmuştur.

Kur’an-ı Kerim bize geçmiş ümmetlerin içerisinden dökülmüş olanları çeşitli yerlerde hatırlatıyor ki aynı imtihanlarla karşılaştığımız zaman aynı hatalara düşmeyelim. Hem Türkiye’de hem dünyada İslamî hareketler gelişmektedir. Bu hareketlerin gelişmesi sonucunda da İslam düşmanlarında bir korku başlamıştır. İslamî hareketin gelmiş olduğu bu noktadan sonra Müslümanların başına gelecek olan şeylerin dozunun da artacağını anlamış oluyoruz. Bu noktaya gelmiş bir hareketin mensuplarının daha zor imtihanlara hazır olması gerekir. Kur’an-ı Kerim bir noktaya geldikten sonra artık küfür mekanizmasının süratle çalışmaya ve İslamî hareketi önlemek için ciddi önlemler almaya başladıklarını haber veriyor. Müslümanların bazen psikolojik bazen de askerî imtihanlara tabi olduklarını görüyoruz.

Bu uzun yolda bir değil, iki değil, belki yüz, belki bin tane elek var. Her bir insan bir elekte eleniyor ve dökülüyor. Bazıları evlenince eleniyor, bazıları evlenemeyince, bazıları işe girince eleniyor, bazıları işe giremeyince, bazısı birine aşık olduğunda, bazısı korktuğunda, bazısı mevki-makam sahibi olduğunda. Herkesi eleyen bir elek vardır.

Bakara suresinde Allah bize Talut ve Calut kıssasını anlatıyor. Talut’un ordusu Calut’un ordusuna karşı savaşa gidiyor; “…Talut askerleri ile birlikte karargâhtan ayrılınca askerlerine dedi ki; ‘Muhakkak ki Allah sizi bir nehirle imtihan edecektir. Kim o sudan içerse benden değildir. Kim içmezse bendendir. Ancak bir avuç miktarı içenler müstesna. Çok az bir kısmı hariç hepsi ondan içtiler.” Allah’ın koruduğu kişiler, komutana itaatin ne olduğunu anlamış olanlar müstesna… Gerisi sudan içtiler. Rivayete göre yola 70 bin kişiyle çıktılar fakat su içmeyenlerin sayısı Bedir Ashabı’nın sayısı kadardı. 313 kişi dışında hepsi suyu içti ve ordudan atıldı. Çünkü çürükleri dökmeden Allah zafer nasib etmez.

Allah Azze ve Celle o yolda insanları imtihan ediyordu. Yolun uzaması insanlar için bir elektir. Uzun yola çıkanlar uzun yol koşan maratoncular gibi davranmak zorundadır. 100 metre koşucusu ile 40 kilometre koşucusu aynı şekilde koşmaz. Bu davaya giren insanların bazısı çok süratli koşmuştur ve elenmiştir. Dinde aşırı gidenler elenmiştir. Dinde aşırı gidenler, Allah’ın farz kılmadığını kendisine farz kılanlar, Allah’ın haram kılmadığını kendisine haram kılanlardır.

Efendimizin evdeki halini merak eden üç sahabi, O’nun evine geliyor ve hanımlarına soruyorlar; ‘Efendimiz evde nasıl davranır? Sahabiler O’nun evdeki ibadetlerini öğrenmek istiyorlar. Efendimizin hanımları da diyor ki; ‘Evine gelir; bazen namaz kılar, bazen bizle sohbet eder, bazen uyur, bazen ev işlerinde bize yardım eder …’ Onlar bunu az görüyor ve diyorlar ki; ‘O Allah Rasulü’dür. O’nun bütün günahları affolunmuştur, bizimkiler affolunmadı. Biz daha çok ibadet etmeliyiz. Gelen sahabilerden birisi; ‘Ben hanımlarımı boşayacağım, artık evlenmeyeceğim’ dedi. Birisi de; ‘Ben artık sabaha kadar namaz kılacağım, geceleri uyumayacağım’ dedi. Diğeri de; ‘Ben artık yıl boyunca oruç tutacağım, ara vermeyeceğim’ dedi. Efendimize bu sözler aktarılınca dedi ki; ‘Sünnetimi aşanlar benden değildir.’ Efendimiz ümmetine karşı merhametliydi. Biliyordu ki böyle yapanlar, aşırı gidenler dayanamazlar. Şeytan onları daha çok takva sahibi olmaya teşvik eder, bu şekilde kaldıramayacağı yükün altına sokar. Kimini harama sevk ederek, kimini de dinde aşırı gitmesini sağlamak suretiyle dinden soğutur.

Efendimiz ümmetini aşırı gitmekten nehyetti. Dayanamayacağımızı, şeytanın bizi bu şekilde dökülenlerden kılmaya çalışacağını biliyordu. İsa Aleyhisselam’ın dediği gibi; ‘Şeytan sizi namaz kılmaya zorlar.’ ‘Ey Muallim şeytan bizi namaz kılmaya zorlar mı?’ dediler. ‘Evet, gücünüzün üzerinde, sizin kaldıramayacağınız kadar ibadete sizi zorlar. Ondan sonra siz de namaz kılmaktan usanırsınız.’ dedi.

Bir kitapta şöyle bir hadise anlatılıyor. Genç bir adam insanlara; Allah’ın farz kılmadığını farz, haram kılmadığını haram kılıyordu. Birisi normal bir ev alsa sanki saray almış gibi ona kızıyordu. ‘Siz malınızı israf eden, şeytanla beraber olanlardansınız’ diyordu. Birisi taksi alsa sanki harammış, çok lüksmüş gibi davranıyordu. Ne kadar anlattılarsa da anlamıyordu. Zenginleri sevmiyor, nefret ediyordu. Allah onu malla imtihan etti, ona mal verdi. Bu adam öyle bir hale geldi ki; namazı da bıraktı. Hâlbuki daha evvel kınadığı zenginlerin bir kısmı İslam davası içerisindeydiler. İslam Davasına malları ile yardım ediyorlardı. Hâlbuki bu adam mal mülk sahibi olduktan sonra, İslam için ne zamanını ayırdı ne malını verdi ne de namazını kıldı. Davadan dökülenlerden oldu. 
Müslüman para kazanır, fakat zengince bir hayat yaşamaz. Zengince hayat insanı davadan uzaklaştırır. Allah bazı insanları mal ile, bazılarını mevki ve makam ile, bazılarını eş ve çocuk sevgisi ile, bazı insanları korku ile, bazı insanları yolun uzun olması ile imtihan eder.

Akabe beyati esnasında Abbas bin Ubade Radıyallahu Anh dedi ki; ‘Ey insanlar siz Rasulullah’a beyat ettiğiniz anda siyahı beyazı, kızılı sarısı ile bütün insanlar size tek yaydan ok atacaklar, düşman olacaklardır. Bütün insanları karşınıza almaya hazır mısınız?’ İşte o anda bir imtihan vardı. O anda herkes düşünmeye başladı. Gerçekten de bu insana tabi olduklarında tüm insanları, belki ana babalarını karşılarına almış olacaklardı. Tüm dünyayla savaşmak zorunda kalacaklardı. Öyle de olmadı mı zaten? Allah Rasulüne beyat etmenin manasını bilerek beyat etmişlerdi. O beyata ömürleri boyunca sadık kaldılar. Hepsi birden; ‘Biz başımıza geleceklere razıyız Ey Allah’ın Rasulü! dediler ve Allah Rasulüne beyat ettiler. Hiçbiri elenmedi, korkup da dökülenlerden olmadı.

Peygamber Efendimiz, Hz. Ali Radıyallahu Anhu’ya; ‘Ey Ali, Allah bana hicret emrini verdi. Ben Medine’ye gideceğim. Fakat benim Mekke’den ayrıldığımı kâfirler anlamasınlar diye benim yatağımda senin yatman gerekiyor.’ dedi. O anda Hz. Ali bir imtihandaydı; belki de Allah Rasulü’ne vurulacak olan kılıçlar, kendisine vurulacaktı. Fakat hareketin lideri ve aynı zamanda Peygamber olan Allah Rasulü’nün hayatta kalması, kendisinin hayatta kalmasından çok daha önemliydi ve bunu kabul etti. Hz. Ali korkup da dökülenlerden olmadı.

Dava yolunda dökülmeler iki ana sebepten kaynaklanır: 
1. Sağlam bir eğitimden geçmeden, hakiki iman ile iman etmeden, , marifetullaha ve muhabbetullaha ulaşmadan iman yoluna girmiş olmak ve dolayısıyla dayanamamak.
2. Dava yolunda ilerlerken benzin yani manevi vitaminler almamak ya da az almak ve dolayısıyla benzinin bitmesinden dolayı yarı yolda kalmak.
Dolayısıyla sağlam bir eğitimden geçilip sürekli manevi gıdalar alındığı müddetçe Allah’ın izni ile insan davadan dökülenlerden olmayacaktır.

1950’lerde Mısır’da İhvan Hareketine vurulan darbeden sonra iyi eğitilmemiş olan birçok insanın cemaatten ayrıldığı bir hakikattir. Sonrasında cemaatin liderleri, cemaatlerini her şeyi göze alacak şekilde eğitme zorunluluğunu hissetmişlerdir. Kâfirlerin bütün saltanatlarını size kolaylıkla bırakacaklarını mı zannediyorsunuz? İmanınızı hazırlayınız, zor günlerin adamı olunuz. Zor günler geldiğinde gerisin geri dönenlerden, kendi menfaatlerini ön plana alıp da İslam’ın menfaatlerini ikinci plana atanlardan olmayınız. Bugün hizmetle ilgili bir mesele olduğunda kendi özel işini bırakıp da o işi yapamayan, hatta bazı görevlerden kaçmak için beni görmesinler, görev vermesinler diyen adam; zor günler geldiğinde o çok anlattığımız sahabe gibi davranabilecek midir? ‘Ben de var mıyım ya Rasulallah?’ diyen Ebubekir gibi olabilecek midir, yoksa duvarın arkasına mı saklanacaktır?

İslami hareketin bağlıları kendisini ve çevresindeki insanları eğitmek zorundadır. Efendimiz ashabını gece namazları ve Kur’an ile eğitti. Bir hadiste ‘Elbisenizin eskimesi gibi imanınızda öyle eskir. İmanınızı tazeleyiniz” buyurulmaktadır. Ey Allah’ın Rasulü iman nasıl tazelenir?’ dediler. Efendimiz; “La ilahe illallah’ sözünü çok söyleyiniz” buyurdu. Her televizyon seyrettiğinizde, her sokağa çıktığınızda kalbiniz arızalanıyor. İmanınızı yeniden tazelemek zorundasınız ama sadece evde “La ilahe illallah” diyerek değil. Nafile ibadetleri arttırmak zorundasınız ama sadece bununla olmaz.

İmanı korumanın ve dökülmemenin bugün en başta gelen şartı, Müslümanların bir arada ve cemaat halinde olmasıdır. Herkes kendi evinde olduğu müddetçe şeytan ona yaklaşacaktır. Çünkü İmam Şafi’nin naklettiği bir hadiste Efendimiz; ‘Şeytan iki kişiden uzaktır, bir kişiye yakındır.’ buyuruyor. Müslümanların imanlarını kuvvetlendirmeleri ve zor görevlere hazır olmaları için her birinin muhakkak hizmet içerisinde bir görevi olmalıdır. Kendini görevli hissetmelidir, yoksa bir gün gelecek zayıflayacaktır. Böyle bir sürü insan tanıyoruz. Yaşı şu an kırk-elli olmuş, 15-20 sene evvel bir hizmetin içerisinde görev almış fakat daha sonra herhangi bir problemden dolayı cemaatinden kopmuş ve şu anda kendi evinde oturan insanlar… Hatta belki hizmetle uğraşan insanları ve yaptıkları hizmetleri küçük görmekte, çok tecrübeli, bilgili bir insan gibi ‘biz bunları çok gördük’ diye konuşmaktadırlar. Şeytan onlara böyle yaklaşmaktadır. Hizmetten biran koptuğunuz zaman şeytan size o yönden yaklaşmaya başlayacaktır. Hizmette görevinizin olmadığı bir gün olmasın.

Sararmayın ki rüzgâr estiği zaman dökülenlerden olmayasınız. Sararanlar rüzgâr ne zaman eserse o zaman dökülürler; ama bugün ama yarın. Bugüne kadar çok insan tanıdım. Bir çok cemaatten dökülen insanlar gördüm, okudum. Hatta partilerden de birçok insan ayrılır. Davadan dökülmüş insanlarda gördüğüm şey şudur; eğer bir insan dünya sevgisini kalbinden atamamışsa, kadın ve para arzusu kuvvetli ise, nefsini terbiye etmemiş, riyakârlık, gösteriş, makam düşkünlüğü varsa, tam ihlasa ulaşamamışsa, cesaret kazanamamışsa, o insan ama bugün ama yarın dökülecektir. Zayıf noktamız neresi ise şeytan bize oradan yaklaşacaktır. Herkes zayıf noktasını keşfetmeli ve tedavi etmelidir.

Allah bir müddet mühlet verir, sonra onu ortaya çıkartır. Settar’dır; örter, sonra da Muzil’dir; rezil eder. Hiçbir zaman hastalık kendi kendine geçmez, tedavi etmek lazımdır. Herkes hastalığını tespit etmek zorundadır. Yoksa şeytan oradan mutlaka yaklaşacaktır. Allah’ın sizi soktuğu imtihanları bana söyleyin size hastalığınızın ne olduğunu söyleyeyim ya da hastalığınızı söyleyin Allah sizi nasıl imtihanlara sokacak onu size haber edeyim. Çünkü reçete hastalığı gösterir ve ilaç hastalığa göre yazılır. İkisi de doğrudur. Yani eğer bir hastalık varsa mutlaka Allah ona ilaç yazacaktır. Onun üzerine gidecektir. Siz o imtihana girmeden evvel kendinizi ıslah etmezseniz o imtihan olacaktır ve kaybedeceksinizdir.

Kur’an-ı Kerim şeytanın Âdem’e secde etmemesi meselesini anlatırken; “Rabbin bir zamanlar meleklere demiştik ki Âdem’e secde edin. İblis hariç hepsi secde etti. O direndi, kibirlendi ve kâfirlerden oldu.” Yani melekler bilmiyordu ama aslında Şeytan kâfirdi. Baştan beri öyleydi. Melaike ile beraber Allah’a secde ediyordu ama onlardan farklıydı. Melaike her denileni yapar. İblis aslında her denileni yapacak biri değildi. İmtihan olmadığı için ortaya çıkmıyordu. Allah onu ortaya çıkarmak ve onu tedavi etmek istedi. Herkesin ne olduğu olaylarda ortaya çıkar. İnsanlara hoşuna gitmeyen bir şey söylemez, her zaman tatlı tatlı konuşursanız dostsunuzdur. Bir gün hoşuna gitmeyen bir şey dediğinizde nasıl karşı gelecek görürsünüz. 
Allah Azze ve Celle şeytana; “Âdem’e secde et” buyurdu. Neden secde? Çünkü kibri yok etmenin en kestirme yolu secde ettirmektir. Hastalık neyse tedavi ona göre olur. Allah tam on ikiden vurur! Şeytanda kibir vardı, secde edemedi. Allah biliyordu ve onu bundan kurtarmak istedi. Allah’ın bu emri, bir tedavidir ama şeytan tedaviyi kabul etmedi, inat etti ve dökülenlerden oldu. Dolayısıyla dökülenlerin ilki şeytandır.

Sararmayın! Rüzgâr essin önemli değil. Sararırsanız rüzgâr esti mi gidersiniz. Bu köprünün başında ayağınızın kayıp düşmenizle ortasında düşmeniz arasında ne fark var? Uçuruma gittikten sonra ne fark eder? Yirmi yaşında ayağınızın kayması ile kırk-elli yaşında ayağınızın kaymasının ne farkı var? Peki, köprüden geçmenin garantili bir yolu var mı? Allah insanı bu dünyaya imtihana gönderdiği için tam garantisi yok. Ama garantiye yakın bir şey var. Tefekkür ede ede, düşüne düşüne marifetullaha (Allah bilgisi) ve muhabbetullaha (Allah sevgisi) ulaş, kalbine iman girsin. İhlasa ulaş, Allah’tan başkasının önemli olmadığını anla. Hiç kimseyi dikkate alma, sadece O’nu dikkate al. Kıyamet günü sadece O senin mükâfatını verebilir. Bu davanın çilesini çek, o zaman Allah imanla ölmeyi nasip edecektir.

Marifetullah, Muhabbetullah, ihlas ve takva sahibi ol, Allah yolunda çile çek; Allah sararmana müsaade etmeyecektir. Bir insan eğer sararmışsa bunlardan mahrum olduğundandır. Bunları yapan hemen hemen garanti içerisindedir. Elbette sonunu bilen yine de Allah’tır. Ama Allah merhamet sahibidir, böyle bir kulunun ayağının kaymasına müsaade etmez. Allah’ı nasıl biliyorsanız O, öyledir. Allah’ı merhametli biliyoruz. Merhamet; ihlaslı, samimi, muttaki bir kulunun ayağının kaymasını engellemeyi gerektirir. Eğer merhametli olan Allah, birinin ayağının kaymasına, şeytana teslim olmasına müsaade ettiyse demek ki o kişi merhamete lâyık değilmiş, o bildiğiniz gibi, göründüğü gibi değilmiş demektir.

Dökülenlerden ve sapanlardan olmak istemiyorsanız daima İslam fıkhına göre hareket edin. Size haram bir şey emredilmediği sürece dava büyüklerine karşı gelmek caiz değildir. Fıkıh ‘itaat et’ diyorsa itaat etmek gerekir. Fıkıh doğruyu söyler. Çünkü Allah’tandır. Yoksa nefsinize göre davranırsınız, nefis ise insanı saptırır. 

Şeytan var, nefis var, insanı aldatan insanlar var, baskı yapan, şantaj yapan kâfirler var, insanı başka istikametlere götüren derin güçler var. Bunlar insana verdiği sözü unutturuyor, ayağının kaymasına sebep oluyor. Allah herkese verdiği sözde sonuna kadar sadık kalabilmeyi nasip etsin.

İmtihanı kaybetmek istemiyorsanız bu duayı çok yapın; “Ya Rabbi ayağımızı sabit kıl, kâfirlere karşı bize yardım et, üzerimize sabrı yağmur gibi boşalt. Rabbimiz kalplerimizi eğriltme. Bize hidayet ettikten, doğru yolu gösterdikten sonra sapmamıza izin verme.”

“Ben sapmam” demeyin! Dua edin, yalvarın. Kul olmak dua etmektir.

Paylaş:  
Alparslan Kuytul Hocaefendi
Alparslan Kuytul Hocaefendi
Alparslan Kuytul Hocaefendi 1965 yılında Adana’da dünyaya geldi Ailesi ve çevresinden aldığı dini eğitim ve terbiye ile İslam’ı seven bir çocuk olarak yetişti Henüz ortaokul tahsili esnasında dinini öğrenme ve anlatma gayreti içerisindeydi Lise yıllarına geldiğinde milletinin içerisinde bulunduğu durumu onu daha çok çalışmaya ve İslam’ı tebliğ etmeye yöneltti Yaptığı ...
Yazar Sayfasına Git