İslam’da İnsanın Değeri

Yazar: Dr. Murat GÜLNAR Tarih: 24 Mar 2016

İnsan için en önemli mesele; hayata ve olaylara bakışını etkileyecek en hayati konu, nasıl bir varlık olduğu ve yeryüzüne geliş amacı, hangi gaye uğruna hareket edeceği gerçeğidir.

İnsan adına ortaya konan tanımların, yürütülen fikirlerin hangisi gerçeğe uygundur? Bu konuda söz söyleme yetkisi kime daha çok yakışır? İnsan, mücerred aklıyla kendi gerçeğini ne kadar kavrayabilir?
 

Bu ve buna benzer işin içinden çıkılamaz sorulara cevap olarak gelen vahiy, insanı bu karanlık dehlizlerden aydınlık geleceğe taşımak isteyen Rabbu’l Âlemin’in bir rahmetidir. Yoksa insan nedir? Sorusuna vahiysiz cevap arayan filozoflar, felsefeciler ve diğer düşünürler, bu konuda kâmil bir tanım ortaya koyamamış, bir yönünü tanısa da diğer yönünü eksik bırakmışlardır. Öyle ya, “Ben onları göklerin ve yerin yaratılışında da, kendi nefislerinin yaratılışında da şahid tutmadım”1 ayetinin de işaret ettiği gibi, insanın ilk yaratılışını müşahade etmeyenlerin o konuda hakikati ıskalamayıp, tam isabet etmeleri mümkün müdür?

Bu sebepledir ki, daha ilk inen ayetlerde2 Allah Celle Celaluhu evvela kendisini “Rab” ve “Hâlık” olarak tanıtmış, sonra da insanı, acziyetine ve yaratılış mayasına (alâk) atfen tanıtmıştır. Meseleye bu şekilde bakılmazsa, vahyin bakış açısına sahip olunmazsa sapmanın kaçınılmaz olduğunu da hemen peşi sıra gelen ayette hatırlatmıştır: “Hayır, insan gerçekten azar.”3 Dolayısıyla her meselede olduğu gibi insanın değeri ve ne olduğu hususunda da sağlam bir bakış açısı ancak vahiyle mümkündür. Şimdi insan nedir, insanın değeri nedir, vahiy penceresinden bakacak olursak karşımıza şu tablo çıkmaktadır:

– Yeryüzünün ve içindekilerin yaratılması, mücadele sahasının hazırlanması aşaması: Bu aşama insanın yaratılmasından öncedir. “O, yerde ne varsa hepsini sizin için yarattı…”4 Bu ayetin de işaret buyurduğu gibi insan yaratılmadan evvel yaşayacağı alan onun için hazırlanmakta, Âlemlerin Rabbi yanında değerli olan varlığın orada hayatını idame ettirebilmesi için dizayn edilmektedir. Bu da insanın Allah katındaki değerine işarettir. Aynı zamanda hayvanların musahhar kılınması, denizlerin içinde ve karada birçok nimet verilmesi, güneş, ay ve gezegenlerin varlığıyla kâinatta bir denge sağlanması, dünyanın çeşitli dönemlerden geçirilerek yaşanabilir hale getirilmesi, tüm bunlar önemli varlık insan içindir.

– İnsanın yaratılış aşamaları: Bu dönemde insan topraktan (bazı ayetlerde çamurdan) yaratılıp şekil verilmesi gibi bazı aşamalardan geçirilmiş daha sonra Allah Celle Celaluhu ona ruhundan üflemiştir. Ruhundan üflediği zaman meleklere, Âdem’e secde etmelerini (saygı gösterme, selamlama)emretmiştir. Melekler gibi nurdan yaratılmış, kendilerine verilen göreve itaat etmekten başka bir şey yapmayan ve içlerinde kötülük taşımayan varlıkların insana saygı göstermesi, insana verilen değerler kapsamında düşünülmelidir. Meleklere secde emri verildiğinde, hepsi bu emre itaat etmiş ancak orada onlarla bu emre muhatab olan iblis secde etmekten imtina etmişti. Allah Celle Celaluhu’nun İblis’i sorguya çekerken söylediği; “Ey İblis, iki elimle yarattığıma seni secde etmekten alıkoyan neydi? Büyüklendin mi, yoksa yüksekte olanlardan mı oldun?”5 ifadesine bakıldığında da insanın faziletli ve değerli bir varlık olduğu anlaşılmaktadır. Yine “ahseni takvim” en güzel surette yaratılmış olması da insana Allah’ın değer verdiğinin apaçık göstergesidir.

– Akıl ve iradenin verilmesi, akledebilen, icat yapabilen, olaylar karşısında düşünüp karar verebilen, doğru-yanlış arasında seçim yapabilen bir varlık olması: Ruha ve nefse sahip olması, bunların birçoğunun diğer varlıklarda olmaması veya kısmen olması hasebiyle insanı diğerlerinden ayırt eden özelliklerdir. İnsan imtihanda olması hasebiyle zıtlıkları da bünyesinde barındırmaktadır. “Sonra da ona, hem kötülüğü hem de takvayı ilham edene…”6 ayetinde de işaret edildiği gibi ona iyiliğe ve kötülüğe meyletme kabiliyeti de verildi. Ta ki içindeki kötü düşünceleri ve gayr-i meşru nefsi istekleri yenebilsin, böylece yükselebilsin diye fırsat tanındı.

– İlim verilmesi de insanın değerini yükselten bir etkendir. Allah Celle Celaluhu, Âdem’i yaratacağını söylediğinde melekler bu işin hikmetini anlayamamış, neden böyle bir varlık yaratmak istediğini sormuşlardı. Allah Celle Celaluhu da; “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” dedi ve daha sonra eşyanın isimlerini Âdem’e öğretti (ona bu konuda ilim verdi.) Sonra insanın yaratılış hikmetini merak eden melekleri eşyanın isimleri konusunda imtihan edince, melekler dediler ki: “Sen yücesin, bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok. Gerçekten sen, her şeyi bilen, hüküm ve hikmet sahibi olansın.”7 Bunun üzerine Âdem’e sorunca o da onların isimlerini birer birer saydı. İnsanın ilim öğrenme, düşünme ve geliştirme kabiliyetlerinin olduğu ortaya konulmuş oldu.

Şüphesiz insana verilen bunca değerin, bunca kabiliyetlerin bir sebebi olmalıydı. Kâinatta hiçbir şeyi boşuna yaratmamış olan Allah Azze ve Celle’nin bunca önem verdiği, ruhundan üflediği, melekleri secde ettirdiği, akıl-ilim-irade verdiği, kâinattaki birçok canlıyı-cansızı kendisine musahhar kıldığı bu varlığa ne gibi bir görev yüklediğini yine yüce kitabımızdan öğreniyoruz. Bu görev iki yerde yeryüzünde Allah Azze ve Celle’nin halifesi8 olma görevi olarak, bir yerde de emaneti yüklenme olarak geçmektedir. İnsan için yapılanların tümü onu bu kutsal göreve hazırlamak, bu görev için gerekli donanıma sahip kılmaktır. Çünkü o göklerin, dağların ve yerlerin yüklenmekten çekindikleri emaneti yüklenmiş9, bu emaneti taşıdığı oranda sevap ve şeref kazanarak yükselecek, emaneti değersiz şeylere değiştiği ve taşımadığı oranda da alçalacak ve zelil olacaktır. Buna göre bütün insanlar doğuştan birer halife adayıdır. İnsanı yaratan, onu halifelik görevini taşıyabilecek kabiliyette ve donanımda yaratmıştır. Kim bu emaneti hakkıyla taşımış veya taşıyorsa, onun halifelik sıfatı devam ediyor demektir. Allah’ın hükmüne uymayıp, O’nun dininden yüz çevirenler, yani ilâhî emaneti taşımayanlar ise o şerefli ve üstün halifelik sıfatını koruyamayanlardır. Tıpkı Necip Fazıl’ın dediği gibi:

“İnsandır sanıyordum mukaddes yüke hamal,
Hamallık ki sonunda ne rütbe var ne de mal.”

Evet, bu mukaddes yükün hamallığında görünüşte bir makam, mevki ve mal olmazsa da aslında en önemli makam olan “kulluk makamı” elde edilmekte, bu da insanın yaratılış gayesine ve Rabbin rızasına en uygun paye olmaktadır. Dünyevi istek ve arzuların, şehvetin, kula kulluğun hamallığı ise insanı dünyada bir süre yükseltmiş gibi görünse de aslında insan için başlangıçta verilen yüce değerler göz önüne alınırsa bir alçalma, rotadan sapma, değerini kaybetmedir.

– İnsanın başıboş bırakılmaması, görevini hakkıyla yapabilmesi için Peygamber ve Kitap’la desteklenmesi de Allah’ın bir lütfu ve insana değer vermesidir. Çünkü insan unutkan bir varlıktır. Zamanla kendisine verilen görevi unutmakta, nefsin ve şeytanın tuzaklarına aldanarak yolunu şaşırmaktadır. Bu dönemlerde kendisini ve tüm insanlığı tehlikeye atacak girişimlerde bulunabilmekte, Allah’ın razı olmadığı şirk düzenleri kurabilmekte, yaratılış gayesini unutup haddi aşmaktadır. Bu karanlık dönemlerin tekrar aydınlığa kavuşmasını dileyen Rabbimiz, Peygamberle ve ona verilen kitapla duruma müdahale etmekte, insanın nefsine, şeytana ve şeytani düzenlere karşı galip gelebilmesinin yollarını öğretmektedir. Ta ki insan bilerek ve isteyerek Rabbinin gösterdiği yola girsin veya girmesin. Artık onun için hiçbir mazeret yolu kalmamış olacaktır. Hiçbir kavme Peygamber göndermeksizin o beldenin helak edilmemesi10 İlahi Rahmet’in ve Adaletin de gereğidir.
– Sonuç olarak insan Allah Celle Celaluhu katında önemli bir görevi olduğundan dolayı kıymetlidir ve bu görevi icra ettiği oranda da bu değerini muhafaza edecektir. Bunun karşılığında da ebedi cennetle ödüllendirilecektir. Bundan daha büyük bir saadet olabilir mi? Kâinatın padişahı, uçsuz bucaksız kâinatında nokta kadar yer teşkil eden dünyayı ve o dünya içerisinde nokta kadar yer kaplamayan insanı kendisine halife tayin etmiş, onu görevlendirmiş, yetkili ve sorumlu yapmış. Dolayısıyla bu şerefe layık olmak için, bize bu şerefi bahşedenin yolunda mücadele etmeli, her şeyimizi ortaya koymalı, bize yakışanı yapıp yeryüzünde Allah namına bir medeniyet inşa etmeliyiz. Bu görevi anlamamış olanların ve verilen kıymete layık olmayanların ise kendilerine verilen imtihan sürelerinin bitiminde hesaba çekileceklerini, alçalmış, horlanmış olarak azaba uğrayacaklarını da bilmeliyiz.

 

1) Kehf, 51.
2) Alak, 1-5.
3) Alak, 6.
4) Bakara, 29.
5) Sa’d, 75.
6) Şems, 8.
7) Bakara, 32.
8) Bakara, 30. En’am, 165.
9) Ahzab, 72.
10) Kasas, 59. İsra, 15.

Paylaş:  
Dr. Murat GÜLNAR
Dr. Murat GÜLNAR
Murat Gülnar 1974 Adana doğumlu olup aslen Elazığ’lıdır İlköğrenimini Dervişler İlkokulunda ortaöğrenimini Ömer Refika Halıcılar ortaokulunda lise öğreniminide Karşıyaka lisesinde tamamladı 1994 yılında başladığı Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesinden 2000 yılında mezun oldu 2004-2008 yılları arasında Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde Aile Hekimliği Asistanlığı yaptı Halen aktif olarak Aile Hekimliği yapmaktadırYayın ...
Yazar Sayfasına Git